İnsanlar, doğruyu veya gerçeği, kendisinin doğruluk payını değil de, onun zıt düşüncesinin veya olgusunun doğru olmama payını ispatlayarak -ki doğruluğu ispatlarken, doğruluğu kullanıp bir paradoks yaratmış olarak- veya doğruluk veya gerçeklik ile hiçbir ilişkisi olmayan işlemsel denklemlerin eşittirlerinin önüne yerleştirdikleri olgulara, düşüncelere, rakamlara öngördükleri "doğru" veya "gerçek" kılıflarını kullanarak, kimi zaman ise düşünceleri, varlıkları, hareketleri düpedüz bir saflık ile, hiçbir şeye bağdaştırmadan, hiçbir şey ile ilişki kurmadan, sadece inandıklarını belirterek, ispatlamaya, bir diğer adı ile kabul ettirmeye çalışırlar. Ne, kötü olduğunu bildiğinizi sandığınız bir insanın iyi olduğu vakit, iyi olduğunu bildiğinizi sandığınız bir insanın kötü olacağını, ne de kötü olduğunu düşündüğünüz bir insanın, iyi olma ihtimalinin hiç olmadığını öngörebilirsiniz. Bu nedenle birşeyi, zıttı olduğunu sandığınız birşey ile kıyaslayarak bir kanıya varamazsınız. Ayrıca birşeyin eşittirinin karşısına hiçbirşey koyamazsınız; çünkü orada bir eşittir yoktur! Ne bir düşüncenin, ne bir varlığın, ne de bir olgunun ne zaman, ne olduğu bellidir. Hepsi değişken olduğundan, anlar ile kısıtlanamaz hiçbiri. Bunlar dolayısı ile dünyada, ne doğruluk, ne de gerçeklik vardır. Bunlar olmayınca, yalancılığın ve dürüstlüğün birer halusinasyon olmasının yanısıra, bilgi ve dolayında gelen bilgelik, şüphe götürmez birer hiçliktir.
Sıfat
13 yıl önce
0 yorum:
Yorum Gönder