EV YAPIMI TANRI

30 Haziran 2008 Pazartesi

Çekinmeyin, yazmaya koyulun. İlk kelimeyi yazmadan, ikincisine ulaşamazsınız.
Kelimeler; cümleleri, cümleler; düşünceleri oluşturagelmiştir. Başlangıcı olmayan bir son düşünülemez. Bundan dolayı, yaratın kendi kelimelerinizi. Lakin, üstünkörü değil; kılı kırk yararak efendiler! Zor lokma olun her daim. Kimileri sizi sindiremesin, kimilerinin midesine oturun. Amacınız bir kanıya varmak değil, kendi farkındalığınızı yaratmak olsun. Lakin, bu tanrıyı oynamak değil, tanrı olmaktır. Emin olun hayatta, kullar değil; tanrılar kazanır...

kuşanma sanatı

Salt güzellik çıplaklıktır. Giysilerimiz topluma çektiğimiz setlerdir, birer kaçıştır. Yalnızlığın anası olan toplumun elinden çıkma zırhlarımızı kuşanırız, uykuda dahi... Alışmışızdır, alıştırılmışızdır... Yapay olan şu dünyada, doğallık utandırır olmuştur.

GÜÇ

"Hayal gücünüzü zorlayın" şeklinde bir tabir mevcuttur günlük hayatta. Ben zorlamayın derim; akışına bırakın.

TIKAÇ

Aşk ölüme benzer; bir kez öldüğünüz vakit, bir daha ölemezsiniz. Lakin tek benzerlikleri bu değildir. Kimi zaman, karşılıksız aşkın ölüme, ölümün ise huzura eşit olduğu, bir denklem sistemi akar mantık süzgecinizden. Süzgecin altını tıkamak, el becerinize kalmıştır.

YANSI(MA)

Aynadaki yansıma size ait değil. Kaçının onu benimsemekten.
Düşünceleriniz ile fiziğiniz yer değiştirdiği vakit, görünmez olursunuz. Şayet beceremiyorsanız; kırın aynanızı!

KADER(MİŞ)

29 Haziran 2008 Pazar

Kadercilik zihniyetiyle bir yerlere ulaşmanın mümkünatı yoktur. "Ulaşmak" derken, insanoğlunun hiyerarşik düzendeki yükselme sevdasından bahsetmiyorum. Herhangi bir düşünceye, bir kanıya varmak dahi olası değildir. Kadercilik; nedensizlik sistemi vasıtasıyla kafa yormaktan kaçınmaktır. Sarf edilen her cümlenin, yazılan her yazının satır aralarında sorular mevcuttur. Soruları dile getirmeden, nasıl elde ederiz cevapları?..

HALSİZ RUH

İçinde bulunduğunuz ruh halinin tek kaynağı, tek tanrısı sizsinizdir. İnsanlar ve olaylar diye nitelendirebileceğimiz "şartlar", yan etkenler olarak kalır sadece. Açmışsanız kapılarınızı; sizi üzebilmekle beraber, mutlu da kılabilirler. Şayet bendeniz gibi kara bir ruha sahip iseniz, her vakit; vay halinize...

OYUN

28 Haziran 2008 Cumartesi

Parmağımın "reset" düğmesinin üzerinde olduğu bir oyundaki gibi hayat yaşamak ister ruhum. Gönlüm ise, yaşamak dahi istemez...
Ruhum ile yüreğimin arasına bakarsanız, beni görebilirsiniz.

DOST!..

27 Haziran 2008 Cuma

Aslında o kadar yalnız ve mutsuzdur ki insanlar... Bu nedenle ortaya atılmıştır arkadaşlık kavramı. Kendi kendine yetemeyen insanoğlu; başkalarında arar olmuştur kendisini. Arkadaşlık, bir gruba dahil olma dürtüsü uyandırır insanda. Bu insanlar "sosyal" sıfatı ile ödüllendirilir. Ele yapışan, ağır ağır zehir yayan, ve panzehiri bulunmayan bir ödül...
İnsanın tek bir dostu olmalı; onu da kendi içinde aramalı.

AV SEZONU

"İnsan" kavramı, çok hatalı benimsetilmiştir insanlara, insanlar tarafından...
Kendisini günün şartları vasıtasıyla tanımlama, kalıplara sokma, yontma ve kendisine isim
takma cesaretini gösterebilmesiyle birlikte; çıkarcılığın, sahip olma dürtüsünün, dolayısı
ile mülkiyet kavramının ve ikiyüzlülüğün doruklarda yaşandığı bildiğimiz tek canlıdır.
Ey insanlar; bundan böyle av sezonlarında birbirimizi avlayalım da, bare hayvanlara
bir hayrımız dokunsun.

İNSAN

26 Haziran 2008 Perşembe

Kaliteli bir kitaba benzemeli insan. İçinde en derininden duyguları, düşünceleri, deneyimleri barındırmalı. Dışarıdan bakıldığı vakit ise, bir bütün görünmeli, bir başlığı olmalı...

küçük bir öykü 2

Şeytan'dan insanoğluna bir buyruk: "Ne fazlası, ne azı, neyseniz o olun ey insanlar!"

Tanrı'nın, Şeytana bıyık altından cevabı: "Hepsi sana benziyor artık. Ne de olsa,
sen de bir melektin zamanında."

Şeytan'ın Tanrı'ya gözüpek cevabı: "Benim tek kabahatim, otoriteni tanımamaktı; en azından, kendi meleğini cezalandırabilen sana benzememişler."

OLMAYINız

"Acılardır bizi olgunlaştıran." derler. Yanılsamadır bu. Olgunlaşma uğruna verilen savaşlardır bizi acıtan. Nerede o çocuksu yüreklerimiz, acıdan bir haber hislerimiz, maskesiz yüzlerimiz?
Bu hayatta olgunluğun anlamı, ustaca maske değiştirebilmektir. Olgun insan ise aktörün alası demektir.
Çocuk olasım var yeniden...

KARARTMALI...

Güneş hiç doğmadı ki; batsın. Nerede olursanız olun, karanlıkta her yer aynı gelir.
Ne kendini, ne de diğerlerini görebilirsin. Bu nedenle karanlık ışığa nazaran daha göz alıcıdır.

DÜŞ

Düşlerde şifa arar olmuşuz; zira bulmuşuz da... Yan etkiler içerirmiş bu şifa, düşler karaya çalınınca fark etmişiz. Şifaya da şifa bulunmaz ki. O vakit anlamış saf zerdüşt; en büyük hatayı düşlemekle yaptığını...

ÜÇ MAYMUN

Aksine yönelik sayısız neden olmasına karşın, insan insanı dinlemez; sadece duyar. Duyduğuyla kalır anlamaz, anlayamaz... Duyamayanlar dahi vardır; bu nedenle en tehlikeli insanlar sağır olanlardır.

EXIT

24 Haziran 2008 Salı

Hızlı ve zahmetsiz bir acil çıkış kapısının devamı olarak düşündüğüm intihar adlı yangın merdivenine kendimi en yakın hissettiğim anlar, kuşkusuz hayatta en fazla mantık aradığım anlardır.

!

Bazı şeyler yaşamak yerine, ölmeye değer oluyor...

EL!

Her yerde McDonald's hamburgerleri var ve bu da isim hakkı alınmış yaşam formlarının ekolojideki karşılığı. Her yer aynı; Japon sarmaşığı, zebra midyeleri, su sümbülleri, sığırcık kuşları, Burger King'ler...
Elimizde kalan tek biyolojik çeşitlilik Coca Cola'ya karşı, Pepsi olacak.

TUVALLERİM...

Boyadım tuvallerimi en canlı , en açık renklerimle. Ardından siyah geçtim hepsinin üzerinden; benzeri görülmemiş bir yaşama isteği kapladı her birini. Kapkara bir odada en ufak bir ışığın bile rahatlatıcı veya rahatsız edici olabileceği misali tuvallerimi de beklenmedik bir haz kapladı; lakin az tarafından da tedirgin edici...

ALKOL

23 Haziran 2008 Pazartesi

Düşünen kafaların ilham perisidir alkol. Beyni uyuşturmak için değil, tam tersine açmak için içilmelidir. Bırak dilin dönmez, gözün görmez, kulakların duymaz olsun, vücudunun gereksiz bütün ayrıntıları uyuşmuş dahi olsa, düşüncelerin hürleşmiştir, var mı ötesi!
Köpek içerse hırlar, kedi içerse tırmalar; 'insan' içindir alkol...

BUZDAN CEHENNEM

Bir zamanlar herşeyimiz vardı. Lakin yetmemeliydi bunlar; "Daha fazlasına sahip olabilecekken, ihtiyacın olmasa da, sonradan pişman dahi olabileceksen, durma sahip ol ona kulum!" diye buyurdu Tanrı. Şeytan "Yapma!" diye haykırdı. Tanrı "Ona kulak asma kulum!" dedi, böylece eğdi dertli başını sadık kul Tanrı'nın huzurunda. Peşisıra Tanrı, kendi kostümünü çıkarıp Şeytan'a zorla giydirdi, onunkini de paçalarından biraz kestirip kendisi giydi. Bundan böyle Tanrı Şeytan olarak, Şeytan ise Tanrı olarak anılacaktı.

küçük bir öykü

18 Haziran 2008 Çarşamba

Masumiyet çıkarılmış gözlerden, dudaklara konulmuş. Peşisıra güzellik kaçmış gözlerden, kalbe yerleşmiş. Saflık yüreklerden kovulup yalnız hayallerde yer ederken, sözlüklerde eski anlamına rastlanmaz olunmuş.

YOLU DÜŞLEMELİ

Düşler mi çok kısaydı yahut uykusuz geceler mi çok uzundu? Bu tür keskin hatları yok etmeli hatıralardan. Sayısız geceler var diye sayıklayarak su serpmeli yüreklere. Hatırı sayılır düşler kurmalı, lakin yakalamaya çalışmamalı onları; yakabilir nasır tutmamış elleri.
Ardından belleği hepten silmeli; keşfetmeye heyecan duymalı yeni anıları. Taşlar döşemeli; kendi yolunu yaratmalı. Kim bilir, belki farklı yollar keşfedilir ilerledikçe; yeni yoldaşlar bulunur kendine, bir diğerine. Bunun için öncelik yoldaşsız bir yol düşlemektir ve o düşü hiç yakalamamaya çalışmaktır. İşte o vakit çıkıverir karşına, yolun uzunluğuna derman olacak değişik bir yüz, değişik bir vücut...

........

Şayet deneyimleme olmasaydı, ne bir soru, ne bir düşünce, ne de bir duygu oluşumunu tamamlayabilirdi. Anlamını bu üçgen içerisinde kazandığına inanan ruhum, oradan buradan duyarak değil; birinci elden deneyimleyerek tadına varmak ister yaşamın!

ZEKİYİZ!

Bir aptalla -yani bir insanla- konuşuyorsunuz ve bir düşüncenizi kabul ettirmeye mi çalışıyorsunuz? Siz de gösterin "zekanızı" ve düşüncenize zıt bir iddada bulunun. Kendisinin sizden zeki olduğunu düşünüp; tersinin doğruluğunu savunmaya kalkacaktır. Yegane amacınıza ulaşmış olursunuz. Sonucunda ise o kendisini sizden zeki sanarken, siz de kendinizi ondan zeki olduğunuzu düşünürkene bulursunuz.

AŞK?

Aşktan çok şey beklemeyin. Kim seni senden daha çok sevebilir,
sana senden daha çok değer verebilir? Şayet kendinde barınan özelliklerinin
tümünden nefret ediyor olsaydın, sen dahi sevmezdin kendini. Sen böyleyken,
sözde aşığından ne bekleyebilirsin?
İçinde uyandırdığın hisler dolayısıyla seni sevdiğini sanmakta.
Aslında seni değil, içinde oluşturduğun hisleri, hazları seviyor o. Onu
mutsuz etmeye gör; bak o zaman onun içinde oluşturduğun duyguları, onun
ağzı ile "Seni.", seviyor mu? Lakin dert yanmayasın hemen, yalnız o değil,
ikiniz de bencilsiniz, iki yüzlüsünüz; ikiniz de pek tabii insansınız!

BENDENİZ...

Devirdim başımı kağıda.
Şarlatan gülüşmeler çalınsa da kulağıma,
Kulak tıkaçlarım var benim,
Oynar kalemim her daim.

Bendeniz yorgun...
Çünkü açık idi gözleri,
Dünyaya geldiği günden beri.
Taktıramadılar kendi "gözlüklerini",
Geniş alnı izin vermedi.

Açık idi beyni.
Lakin;
farklı marka süzgeç kullanıyordu mantığı,
Süzemedi hayatın tek şık sunan,
O da yanlış cevap olan,
sorgusal niteliğini.

Süzgecin altında bulunan,
Koca bir hiçlik olunca,
Kendinden şüphe etti.
Zilzurna ayık olan beyni,
Sarhoş sandı kendini.

ACIMAK

16 Haziran 2008 Pazartesi

Bizim değildir acımak, sonradan eklentidir insanlığa; kuklaya eklenen yeni bir ip misali... Düşlerimizin, hayallerimizin, arzularımızın aynılaştırılması sonucu oluşan sınıfsal, sosyal -hangisini seviyorsanız- ayrımların bir ürünüdür acıma duygusu. Aksi takdirde nasıl acıyabilirdiniz birisine? Kendimizi -çoğu zaman farkındalığın dışında- yücelterek, ötekini içten içe hor görme arzusunun işlev almış halidir "acımak". Bu nedenle acımak istemiyorum kimseye, lakin ben de "insanlaştırılmışım" bir kere, elden ne gelir...

HAYIR!

"Hayır!" diye haykırmak mı çok zor geldi? Ne karşı çıktın, ne onayladın,
ne de çekip gittin; sadece konuştun be dostum! Neden hala buradasın? Neden onurunu
yüreğine tıkıştırıp da çekip gitmiyorsun? Çok mu küçük idi kalbin, yahut; çok mu
büyük geldi onurun?
Cevap verme dostum, cevap verme, ne olursun... Sorularımla yalnız bırak
beni! Açma o arka yüzü sapsarı, kokuşmuş, önü bembeyaz dişli ağzını. Anlayamam ki
seni; aynen senin beni duyamayacağın gibi...
Çıkarma kulaklıklarını, çıkarma "pembe tozlar" serpiştirdikleri amerikan
yapımı gözlüklerini. Ne olur dostum; anlatma kendini, anlama beni!
Eşeğine ters binmiş Nasrettin Hoca'yım ben; sen anca gülersin bana. Benim
eşeğim de sana kıçıyla gülüyor da, haberin yok be dostum!

15 Haziran 2008 Pazar

Okumakta olduğunuz, girişi, gelişmeyi, sonucu bir cümlede barındıran bu hayali kompozisyonun ana teması; karanlıkta dahi yaşarken, en derininden güneşi hissetmektir...

KAÇARIM!

Kaçar olmuşum zorluklardan. Suyuna gitmişim insanların. Kendim olmuşum, üçüncü gözler burnumu havada sanmış. Nefret etmişim insanlardan, hümanist sıfatına layık görülmüşüm. Ah yok mu şu görmeden bakanlar, anlamadan konuşanlar; az bile yapmışlar. Çok genellemişim insanları, tanrıyla konuşmuşum bir ara; ağlatmışım Nietzsche'yi, mendil uzatmışım ardından...

ÇEMBER

13 Haziran 2008 Cuma

Yanıltıcıdır, şüphecidir zaman aralıkları. İmkansızı başarmaya denktir, göze hoş ve mümkün görünen, zamanın önünden yürümek veya onu arkalardan takip etmek. Zaman, içimizde çemberler çizmektedir, başı her daim kuyruğundadır. Çemberi bir bütün kılmaya çalışan vakit, devrini tamamlamamıştı ki; "zamanında" anlaşılsın zerdüşt.

SİZ!

Benzetmelerde bulunmayın insanlara. Benzetmeyin hiçbirşeyi bir diğerine. Karşılaştırmayın kendinizi, onu, bunu ötekiyle. Başarabilecek olsanız, ne ala! Lakin, başaramazsınız. Karşılaştırmaya, benzetmeye veya benzemeye çalıştığınızın "kendinizden" başkası olmadığını görebilecek olsanız; zaten, söylemez, söyleyemezdim bunları!

DOĞRU-GERÇEK

12 Haziran 2008 Perşembe

İnsanlar, doğruyu veya gerçeği, kendisinin doğruluk payını değil de, onun zıt düşüncesinin veya olgusunun doğru olmama payını ispatlayarak -ki doğruluğu ispatlarken, doğruluğu kullanıp bir paradoks yaratmış olarak- veya doğruluk veya gerçeklik ile hiçbir ilişkisi olmayan işlemsel denklemlerin eşittirlerinin önüne yerleştirdikleri olgulara, düşüncelere, rakamlara öngördükleri "doğru" veya "gerçek" kılıflarını kullanarak, kimi zaman ise düşünceleri, varlıkları, hareketleri düpedüz bir saflık ile, hiçbir şeye bağdaştırmadan, hiçbir şey ile ilişki kurmadan, sadece inandıklarını belirterek, ispatlamaya, bir diğer adı ile kabul ettirmeye çalışırlar. Ne, kötü olduğunu bildiğinizi sandığınız bir insanın iyi olduğu vakit, iyi olduğunu bildiğinizi sandığınız bir insanın kötü olacağını, ne de kötü olduğunu düşündüğünüz bir insanın, iyi olma ihtimalinin hiç olmadığını öngörebilirsiniz. Bu nedenle birşeyi, zıttı olduğunu sandığınız birşey ile kıyaslayarak bir kanıya varamazsınız. Ayrıca birşeyin eşittirinin karşısına hiçbirşey koyamazsınız; çünkü orada bir eşittir yoktur! Ne bir düşüncenin, ne bir varlığın, ne de bir olgunun ne zaman, ne olduğu bellidir. Hepsi değişken olduğundan, anlar ile kısıtlanamaz hiçbiri. Bunlar dolayısı ile dünyada, ne doğruluk, ne de gerçeklik vardır. Bunlar olmayınca, yalancılığın ve dürüstlüğün birer halusinasyon olmasının yanısıra, bilgi ve dolayında gelen bilgelik, şüphe götürmez birer hiçliktir.

OLGUN(?)

9 Haziran 2008 Pazartesi

Olgunluğa erişmemiş kafanın özelliği, bir dava uğruna seve seve can vermektir; olgun kafanın özelliği ise, bu dava uğruna seve seve yaşamaktır...(?)

YOKSUN

Tanrısal bir mutluluktu benimkisi. Budur sebebi uzun süre içimde barındıramayışımın. Denedim, hakikaten denedim; lakin kaldıramadı en basitinden insansı yüreğim, o göklere hikmet hazları. Meğer cennet ile cehennem arasındaki ince sınırda yürüyormuşum, tek bir duygu yoksunluğuna bakarmış bu sınırın pasaportu...

MELEK

8 Haziran 2008 Pazar

Nasıl konuşulur bir melekle?
Nasıl başlanır söze?
Beni gerçekten anlayabilir mi?
Peki ona sarılablilr miyim? Hisseder mi ki beni?
İstersem verir mi ki kanatlarını bana?
Belki de en iyisi hiç konuşmamak...
İstesem de bir harfe dönüşemem ki, seremem ki o masum ayaklarının dibine ispatları...
Gözyaşlarımdan şiirler yazarım belki ona.
Yeter ki insin gökten benim için.
Korkma, zarar vermem sana, koparmam o narin kanatlarını, istemezsen bakmam bile sana.
Yeter ki terk et bulutları, dikil karşıma en insansı halinle, "Senin için geldim." deyiver ve gitme, gideme...

!(?)

Ne haddine senin, "Neden?" diye sormak...
Ne haddine senin, kıldan ince boynunu kalınlaştırmak...
Ne haddine senin, varolmak, nefes almak, nefes vermek, tekrar almak, tekrar vermek...
Ne haddine senin, insan kanının tadına, dumanı tüten kaselerden bakmak...
Ne haddime benim bunları sorgulamak...
Ne de olsa; böyle buyurmuştu zerdüşt...

BAŞLIKSIZ

Eskilerden gelen bir deyiş vardır "Her bakan görmez." diye. Küçük bir ekleme yapmak istiyorum buna; Her gören de bakıyor demek değildir.

DÜŞ

Anlamsızlıklardan anlam çıkarıyor olsam, hayatım bir hayli anlam kazanırdı. Lakin çıkarmıyorum, çıkaramıyorum. Sizdiniz anlamsız olan, bendim anlam arayan. Bu sebepten kesişemedi düşlerimiz. Hayallerimizin arasında bir uçurum vardı. Uçurumun sizin olan tarafına atlamayı denedim, ancak ne düşlerim, ne de ben uçabilirdik ki aşabileyim uçurumu. Peşisıra başladım ebedi düşüşe. Halen düşmekteyim o karanlık ve sonsuz uçurumda, zihnimde binbir "keşke" ile... Dibe ulaşmak istiyorum artık, ucunda çarpıp parçalara ayrılmak olsa bile.
Düşüyorum ve düşüyorum. Jüri koltuğuna oturduğumu düşlüyorum ve hepinizi Oscar ödülüne layık görüyorum... Oyunculuğunuzu ayakta alkışlıyorum...

SON(SUZ)

6 Haziran 2008 Cuma

Nereden bilebilirler ki neler hissettiklerimi. Aralarında dolaşıyorum, geziniyorum, lakin herkesten öylesine uzağım ki... Dönen dünyaya "Dur!", duran dünyaya "Dön!" diyebilecek bir hal takınmışım. Mantığım devre dışı kalmış, kanlı ellerimle kara yüreğime dokunuyorum. Uzayda başıboş gezen bir cisimden farksızım; dört bir yanımdan meteorlar geçiyor, takmıyorum, takamıyorum, olmayan nefesi ciğerlerime dolduruyorum, hatırımdaki tek yolda, şaşmaz istikrarım ile dümdüz ilerliyorum, sonsuz karanlığa doğru. Kalbime biraz daha dokunuyorum, halen kara, mağalesef halen atmakta. Okşuyorum kalbimi; ellerimden bulaşan kan kalbimi ısıtıyor. Çekip çıkarıyorum kokuşmuş organımı, bir kere kana bulandı mı kalp ne işe yarar ki artık? İkiye bölüyorum yüreğimi. Bir yarısını çiğneyip yuttuktan sonra, diğer yarısını kalemime saplayarak yazmaya başlıyorum.

CENNETTEN BİR MEKTUP

"Harikalar" diyarındayım. Gözüm dönmüş bir kere, ne yaparsınız. Meşhur çukurunun başında heyecanla bekleyen Alice'e ilişiyor gözüm. Yanına koşuyorum ve çukura itiyorum kendisini. Doymak bilmeyen hazlarımı, anlık da olsa, bir nebze beslemiş olmanın mutluluğu ve gururu ile, emin adımlarla bu diyarı keşfe devam ediyorum.Ormana dalıyorum. Alışılmadık ve olağanüstü mutluluğuyla beni imrendirmeyi başaran ve dolayısı ile peşisıra gelen, kıskançlığın gözü pek yavrusu olan, nefreti iliklerime kadar hissettiren, Pamuk Prensesi dikizliyorum bir süre çalıların arasından. "Cadı maskemi" taktıktan sonra, Pamuk Prenses'e zehirli elmayı yedirip, Yedi Cüceler'iyaşlı gözlerle geride bırakarak, yoluma devam ediyorum. Buralarda bulabileceğim söylenen tanrıyı arayan gözlerim bulutlarda bir işaret ararkene, emin adımlarım durmak bilmiyor. Emin adımlarımla Şirin Baba'yı eziyorum, farkına bile varmıyorum.
Bir süre sonra yorgun düşüyorum ve oturup biraz dinlenmekte karar kılıyorum. Oturuyorum.Yapacak birşeyim olmadığından, daha önce pek üzerinde durmadığım, belki de düşünmeden gerçekleştirdiğim davranışlarımı düşlüyorum. Aniden ve hiç beklenmedik bir şekilde, hiç tatmamış olduğum bir duygu olan pişmanlık kaplıyor, daha önce varlığından bile haberdar olmadığım kalbimi-Nedeninden halen emin değilim, hareketlerim gözümde doğruluk payını yitirmiştir belki de, herneyse... Pişmanlığın perdesi aralanmıştı bir kere. Izdırap içindeydim.- Huzursuzluk içinde oturduğum yerde kıvranıyorum deyim yerindeyse. Öyle ya da böyle bunu içimden atmalıyım diyorum. Kurtuluşun ana babasını aramaya başlıyor bir kez daha gözlerim ve kendisine, yani tanrıya yakarmaya başlıyorum; "Yüce tanrım, sen beni bu güzelim harikalar diyarına koydun, lakin benim gerçekleştirdiğim şeylere bak. Bunun acısından arınmadan, nasıl yaşantıma devam ederim ben? Bunun tek yolu senin affından geçiyor. Tanrım, lütfen affet beni.". Ardından kendi gözyaşlarımda boğulmak istercesine ağlamaya başlıyorum. Ağlıyorum ve ağlıyorum...Aniden, gök gürlemesine benzeyen ulu bir ses ile irkiliyorum, tanrının sesiyle; "Sevgili kulum, neler yaptığının çok iyi farkındayım, lakin ortada affedilecek birşey yoktur. Evet, sana hayat vererek, seni bu harikalar diyarına koyan benim, ancak unutmamalısın ki içine doymak bilmeyen hazları ve vermiş olduğun kararlara, girişimlerine sebebiyet veren duygu ve düşüncelerini de bizzat ben koydum. Sen sadece insan olmayı öğreniyordun.". Ağlamaktan kızarmış yaşlı gözlerimi yukarıya dikerek, ürkekçe konuşuyorum; "Tanrım, ben bu acıyla yaşayabileceğimi sanmıyorum, bir kez daha senden af diliyorum. Lütfen affet beni tanrım.". Ulu ses kükreyerek, bir aslanın ki gibi değil de bir farenin kükreyişi gibi şaşırtıcı ve korkutucu, cevap veriyor; "Madem öyle, sana bir seçim şansı sunacağım. Keskin bir hançer yolluyorum sana. İster kendi canını alır, benim yanıma cennete gelirsin, ister acılarınla birlikte yaşamını öldürmeye devam edersin. Affedilecek birşey olmadığından, affedemiyorum seni.". Peşisıra, gökten parlak bir hançer hızlıca inmeye başlıyor ve yavaşlayaraktan ayakucumda toprağa konuyor adeta. Hançeri alıyorum ve düşünmeksizin boynumu derin bir şekilde kesiyorum. Oluk oluk akan kanın toprağı ıslatışını izliyorum. Ölüme ramak kala zihnimde beni bir hayli huzursuz eden bir soru beliriyor; Dünyayı ve üstün ırk olan insanı böyle yaratan tanrı,cenneti neden farklı yaratsın? Ruhumun derinliklerine işliyor, bu soru ve beraberinde getirebileceği hayal kırıklıkları.Ardından ruhum, solmaya yüz tutmuş bedenimi leş yiyicilere bahşiş bırakırcasına terk ederek, göğe dogru yükseliyor.
Tasvir etmekte kalemimin yetersiz kaldığı cennete varıyorum. Kiminize göre "cennetlik", kiminize göre"cehennemlik" gelebilecek bir cennet bu. Lakin, kendi düşüncemi belirtmek istemiyorum. Gelin de kendiniz görün diyorum ve sonunu okumakta oldugunuz, bu günah çıkarıcı nitelikteki mektubu yazmaya koyuluyorum.

EY ULU BİLGE!

4 Haziran 2008 Çarşamba

Bilgeliğin sonu yoktur. Sonu olmayan birşeyin varlığından şüphe ederim ben. Bilge sıfatı komik bir lakaptan öte değildir. Bilge denilen insanın etrafı cahil, aptal veya hem cahil, hem de aptal insanlarla çevrili demektir; ne de olsa ışık en fazla karanlıkta parlar.
Bilginin geldiği yerde tevazuya yer yoktur. Keskin hatlara sahip bir bilgiyi benimsemek veya benimsetmek değildir zor olan. Asıl mesele o bilginin hatlarını kırabilmektir, kendi bilginin tanrısı olabilmektir.

ÖLME DE YANINDA YAT

3 Haziran 2008 Salı

Zamanı gelince tırnak bile etten ayrılacaktır, aynen ruhun insan kostümünü ebediyen taşıyamayacağı gibi. Herkes bunu bilir, lakin herkes farkındalığına ya sığdıramaz, ya da kendisi fazla büyük olduğu için farkındalığında barındırmaya değer görmez bu bilgiyi. Sığdıramayanlar ölümden, ölümüne korkanlardır. Bunu bilirler, lakin gözlerinde o kadar büyümüştür ki ölüm, korkmaktan dahi korkan insanoğlunun geriye tek bir kaçış noktası kalır; ispatlanmış bu bilgi, bellekte yer etmesine rağmen, düşüncelerden uzak tutularak, onun farkında olmaktan ve dolayısıyla onu anlamaktan kaçınmak. Farkındalığında barındırmaya değer görmeyenler, bedensel yokoluşa hakkettiği saygıyı gösterme lütfunda bulunmayanlardır. Hor gördüğü ölüme, gün gelip tanıklık edince yaşadığı şok, bu küstahlığın acı bir meyvesidir.
Ölüm her an, her yerdedir. Bunu kabullenip anlamaya çalışmak, mantık çerçevesindeki sanat harikası bir tablodur.
Ebedi yaşam düşüncesi, kimilerine göre çok tatlı bir düş veya gerçeklik payının da olması takdirinde masumane bir insani ihtiyaçtır. Kimilerine göre ise ızdırap ve işkencelerle dolu kapısız bir zindandır. İki düşüncenin arasındaki farkın sınırları, hayata bakış açısında kesişir. Diyeceğim o ki, hayatı yorumlayış şekliniz bu iki düşünceden sadece birini seçmenize olanak kılar.
Şu anda ölümle ilgili çeliştiğim sadece bir nokta olduğu kanısındayım -sadece bir nokta olması, sanırım cehaletin getirdiği istemdışı bir kolaya kaçıştır- O nokta da şu soruda boy göstermektedir; Acaba istediğimiz her an kendimizi öldürebileceğimiz için biz mi ölümden, yoksa her an, her yerde ölebilme riskimiz olduğu için ölüm mü bizden güçlüdür?





"Bir düşmanla savaşarak yaşayan kişinin, düşmanını hayatta bırakmakta yararı vardır."
F.Nietzsche



"İnsan ancak anladığı şeyleri duyar." GOETHE




"Dünya bir hapishanedir." GOETHE




"Sen çevrende olup bitenleri görüp neden diye soruyorsun. Ben ise, asla var olmamış şeyleri hayal ederek neden olmasın diyorum." Bernard Shaw




"Dünya, anlamsız bir düşten başka bir şey değilmiş meğer." Alain




"Herkes benim düşünceme katılırsa, yanılmış olmaktan korkarım." Oscar Wilde