Bir ömür oldu sanki kaleme dokunmayalı. Unutmuşum ne kadar davetkar olduğunu boş sayfaların. Zihnim değildi üşenen; kalem tutan elimdi... Şayet kalem tutamıyor olsaydı ellerim, elleriniz, ellerimiz, o vakit ne yapardık? Dönebilir miydi dillerimiz anlatmaya düşüncelerimizi, hislerimizi, hazlarımızı, deneyimlerimizi?.. "Dil uzaydan gelmiş bir virüstür." diyen Chuck Palahniuk'a hak vererek; "tabi ki dönemezdi" de karar kılıyorum.
Yalnız olmadığımızı hissetmek için okuruz ve aynı nedenden dolayı da yazarız, kimi zaman kağıtlara, kimi zaman duvarlara, kimi zaman boşluklara... Biliriz ki; hiç görmediğin, göremeyeceğin, tanımadığın ve tanıyamayacağın birisinin gözleri, bir gün okşayacaktır senin yarattığın o satırları, aynı senin okşadığın gibi... Anlayacaktır; senin anladığın gibi. Tutacaktır, otlar biteli çok olmuş toprağının örttüğü kefenindeki elini.
Ne sen benden farklısın, ne de ben bir ötekinden. Beni senden ayıran tek olgu; benim, ben olduğumun farkında olmam, senin ise, sen olduğunun farkındalığını yaşayamaman. Şayet bu yazıyı okuduktan sonra, elini monitörün üzerine koyma cüretkarlığını gösterebiliyorsan, bil ki; o camın hemen ardında benim elim var. Her kimsen, her neredeysen; ellerimizin buluşması dileği ile...
Sıfat
13 yıl önce